ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

KÖRLÜK, SAKATLIK VE FUTBOL

04.09.2009
291
A+
A-

Aslına bakarsanız, ben de futbolun toplumu uyutmanın ve pasifize etmenin çağdaş bir yöntemi olarak, topluma hakim çevreler tarafından dünyada yaygın kullanıldığını düşünenlerdenim. Görmeyenler arasından birilerinin şöyle dediğini duyar gibi oluyorum. Çoğumuz şu ya da bu takımı tutuyor, hafta sonu geldiğinde radyolardaki maç yayınlarından kendimizi alamıyoruz. Görmesek de, görmüş gibi o olayı yaşıyor, zevk alıyoruz. Bazılarımız da güvenli olmayışına ve körlerin oyunu olarak standartlaştırılmamış olmasına bakmadan kara düzen tekme-tokat oynayarak, kendimizi deşarj etmenin bir yolu, futbol benzeri bir ayak oyunu oynuyoruz.

Laf arasında, Gaziantep Körler Okulu’nun bahçesinde biz de kendimize göre bir futbol oyunu geliştirmiştik. O deli yıllarda bol bol koşmamızı sağladığı, işitme yeteneğiyle keskin yön bulma yeteneğini bugün bile borçlu olduğum sözüm ona futbol oynamak, bol miktarda tekme-tokatın bulunduğu, hatta çoğu zaman hakem bulunmadığı için faul yapanın, “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” atasözünü andırırcasına faul atışı yaptığı oyunlardan bana, ön tarafları çentik çentik kaval kemikleri ve bir parça yan basan bir sol ayak bıraktı. Sahamızın küçüklüğü yüzünden beşer ya da altışar kişiden oluşan takımlarımızın oynadığı futbol, nizami bir oyundan çok yanı başımızdaki Öğretmen Enstitüsü öğrencilerinin öğleden sonraki okul paydoslarının evlerine gitmeden önce vazgeçemedikleri bir seyirlik gösterisi gibiydi. Top uzakta durduğunda, sesi kesildiğinde ya da oyunculardan biri kale önünde gol atmak üzere şutun yönünü saptamaya çalışırken “Sağa! Sola!” gibi uzaktan komutlarla yönlendirir, kendi çaplarında eğlenirlerdi. Bu öğretmen adaylarının mezun olduktan sonra görev yaptığı okullarda körleri nasıl anlattığını, körlere yönelik tutumlarının nasıl olduğunu hep merak etmişimdir.
Saha küçük olduğu ve fazla havalanarak bir yandan sesi kaybolmasın, fazla sıçrayarak kontrolden çıkmasın ve fazla yükselerek başa-göze çarpmasın diye ya delinerek içine birkaç küçük taş konmuş bir naylon top ya da nizami bir futbol topuna göre kesilmiş bir fileye konur, sertleştirilir, ses çıkarsın diye 4-5 gazoz kapağı yassılaştırılarak bozuk para haline getirilir, bunlar yuvarlak bir tele geçirilerek fileye takılırdı. Oynanacak topun hazırlanması daha çok Remzi Çolak’ın uzmanlık alanına girerdi. Remzi, büyük bir özenle hazırladığı topu, bekleyenlerin önünde şöyle çıngırtılı bir iki sıçrattı mı iş tamam olurdu.
Deliler gibi koşardık… Fırsat bulduğumuz her an hemen takımları kurar, bahçeye fırlardık. Takım kurulmasında dengeler önemliydi. Örneğin güç bakımından dev gibi Mustafa Şıvga ile ben hiçbir zaman aynı takımda olamazdım. Böyle olsa kimse karşı takımda oynamayı kabul etmezdi. Bir keresinde topa öyle bir vurmuştu ki, top direkte patlamıştı. Anımsıyorum da, Mümin Özeken kalede, ben de bekte olurduk. Sözün burasında, benden top geçer, adam geçmezdi. Mümin ölümüne kalecilik yapardı. Mümin kaledeyken o takımın gol yiyeceğine kimse inanmazdı. Şut çekmeye hazırlanan oyuncunun ayağına bile atlar, yediği tekmelerle ağzının-burnunun dağıldığı bile olurdu. Dostluklar biraz da buralarda oluşuyor herhalde. Şimdi her biri bir yerlerde olan bıçkın oyuncularımız vardı. Topu sessizce bacaklarının arasında kaçırmayı alışkanlık haline getirmiş Remzi Çolak, Halit Atar namı diğer. Esindeniz, sonradan soyadı Sanıgil olan Yusuf Özgelen, fırsatçılığıyla daha çok kale önlerinde dolaşan Bekir Pınar, insana ayağından çok elleriyle dolaşan Halil Pınar, taca giden topu bile bırakmayan Ekrem Kılıç…
Hiç görmeyenlerle az görenler hemen belli olurdu. Orhan Sandıkçı, İhsan Şimşek, Cafer Ekmekçi, Yaşar Gözcü, Süleyman Alan, İlhami Sertkaya ve diğer arkadaşlar da takım oluşumunda denge düşünülürken mutlaka hesaba katılması gereken kimselerdi. Bunun yanında alt sınıflardan duruma göre doldurmalar ve devşirmeler yapılırdı.
Ayrıca, hatırladıkça güldüğümüz, muhtemelen dışarıdan kimselerin anlam veremediği ve komik bulduğu bir top oyunumuz daha vardı. Uzunca bir duvarın dibinde, muhtemelen kaldırım üzerinde duran ikişer kişilik gruplar birbirine şut atar, top karşıdakilerin üzerinden geçerse gol, yandan giderse aut olurdu. İşin komik tarafı, topu yakalamak umuduyla eller mümkün olduğu kadar yukarıya kaldırılır, bazen alt sınıflardan alınan küçük bir çocuk omuzlara alınarak topun engellendiği alan genişletilmeye çalışılırdı.
O deli yıllarda bizim bu faaliyetimize göz yuman ve farkında olarak ya olmayarak destek olan kendisi beden eğitimi öğretmeni müdürümüz Faruk Serengil’in önemli katkısının bulunduğunu geriye baktığımda hep düşünmüşümdür. Başka birisi olsaydı böyle yapabilir miydik, doğrusu pek emin değilim.
Sanıyorum, bu tür faaliyetler her birimizde garip becerilerin gelişmesine ya yol açtı ya da var olan becerileri keskinleştirici bir rol oynadı. Örneğin, üniversite yıllarında gören arkadaşlarla kar topu oynarken kartopunu o sırada konuşmakta olan arkadaşın vücuduna derken tam ağzına nasıl isabet ettirdiğim, 100-150 metre uzakta bir kez duyduğum ve kesildiği halde sesin kaynağını nasıl elimle koymuş gibi gidip bulduğumu başka türlü açıklayamıyorum. Bunun gibi, yıllar sonra Mümin’de garip bir yetenek fark etmişimdir: Karmaşık bir yoldan götürüp bir yere bıraktığınızda, aynı yolu geri gelip başladığı noktayı bulabilmiştir. Örneğin böyle bir yetenek bende bulunmuyor.
Bu yazının sonunda, Altı Noktanın Sesi yayın kuruluna ve bu kaseti dinleyen bütün kör ve az görenlere şöyle bir önerim olacak: Gelin körlerde bulunan sıra dışı yetenek ve becerilere dergide yer verelim. Herkes kendinde, tanıdığı bir kör ya da az gören kimsede fark ettiği ilginç beceriler yazsın, bunlardan oluşan bir köşe oluşturalım. Bakmışsınız, aramızdan Guinness Rekorlar Kitabı’na girecek kimseler çıkıvermiş. Neden olmasın?

Emin Demirci

Destekegitimi
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.